Vakıf Hakkında
Faruk Erem
Hümanist Dergi
Çöller

Ölüm Cezası

Sanıklık Sıfatı

Umut

Faaliyetlerimiz

Çöller

Gezi ve Anı Yazıları

Saldırganlık

Giyim Şekilleri

Tayland

Hoşgörü

Japon Yemeklerinden Örnekler

Ön Kapak İçi

Arka Kapak İçi

Arka Kapak


Haberler
Gezelim Tanıyalım
Bize Yazın
Mithatpaşa Cad. No:66/6      Tel: 0312-419 38 65      Fax: 0312-419 76 25
                    âva münasebetinde, "pasif süje" sanıktır. Aleyhine dâva açılmış olması onu diğer süjelerden farklı kılar. Usul Kanunumuzda "sanık" tarif olunmamıştır. Bu halin başladığı anın tayini isabetli olurdu. Bazı yabancı usul kanunlarında açık bir tarife rastlanmaktadır. Bir Kimsenin ne zaman "sanık" sıfatını iktisap etmiş olabileceğine dair açık bir kanun hükmüne ihtiyaç vardır. Zira bu sıfatın iktisabı o şahsın daima aleyhine sayılamaz, sanığın bazı hakları da vardır.
    Ceza dâvası henüz mevcut değil iken "tutuklama" halinde bir hakim kararı mevcut olduğundan, dâvadan evvel sanıklık durumu ortaya çıkmıştır. Muvakkat yakalamada hakimin huzuruna götürülen kimse hakkında hâkimin, "şahsi dâva" ile takip olunan işlerde de "sulh hâkimi" tarafından şahsi dâvanın kabülünden itibaren şikayet edilen şahıs sanık sayılır. Görülüyor ki sanıklık sıfatının bir şahsa tahmili için hakimin o kimseyi böyle kabul ettiği manasına gelebilen bir kararına ihtiyaç vardır. Bundan evvelki safhalarda sanık terimi yerine bir başka terimin, mesela "zanlı" teriminin kullanılması doğru olur.
    Dâva hukuki münasebetinde sanığın "pasif süje" olduğu fikri ortaya atılmıştır. Savcının kamu yönüne karşıt anlamda bu terim kullanılır. Fakat sanık yalnız "tahkik usulü"'nde dâvanın "konu"su idi. "Pasif süje" teriminin sanığı, dâvanın konusu olmak kavramına yaklaştıran bir tarafı vardır ki usulün çağdaş gelişimine uygun değildir. Sanıklık sıfatı kamu dâvasının sona ermesi ile nihayet bulur. "Tatil kararı" bu sıfatı kaldırmaz.

    Masumluk karinesi
    Hakkında mahkumiyet kararı verilinceye kadar sanık masum sayılır. Bu usul hukukunda "masumluk karinesi" adını taşıyan kuraldır. Ceza dâvası bu karinenin aksinin isbatının mümkün olup olmadığını araştırır.
    a) Masumluk karinesinin niteliği: Masumluk karinesi aynı zamanda bir Anayasa kuralıdır. Bunun Anayasa kuralı oluşu tabii görülmektedir. Zira "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" prensibi bir Anayasa kaidesidir. "Muhakemesiz mahkümiyet olmaz" kaidesi, o kaideyi tamamlar.
    Masumluk karinesi, sanık için "hak" tır. Bu karine makbul sebeple bertaraf edilebilir. Makbul sebep ancak suçluluk hakkında "delil" olabilir. Bu karine delilsiz yok edilemez.
    Masumluk karinesinin delil bakımından ele alınmasında "hürriyet lehine yorum" kabul edilmelidir. Bu sebeple konu "delil nazariyesi" açısından da incelenebilir. Fakat bu karinenin "dâva münasebeti" nde süjenin durumunu açıklaması bakımından diyalektikteki yeri süjeler bölümü olmak gerekir.
    b) Masumluk karinesinin izahı: Bu karinenin anlamını kavramak için aksini düşünmek kâfidir. "Bir kimse masum olduğunu isbat etmedikçe suçludur" yolunda bir karine mevcut olsa idi, her insan sürekli bir tehdit altında bulunmuş olurdu, çünkü itham eden organın "keyfi hareket"i ağır sonuçlar doğurabilecekti.
    Carrara, savcılık müessesesini "masumluk karinesi" ne dayanarak, şu şekilde izah eder: İsmi ne olursa olsun bir ithamcıya ihtiyaç vardır. Çünkü masumluk bütün vatandaşlar için "tabii hâl" dir, bu sebeple sanıklar istisnadır. Bu istisnanın mevcudiyetini bir makamın teyit etmesi icap eder. İşte bu teyit zarureti ithamcıya ihtiyaç gösterir. Carrara'nın bu fikrinden hareketle diyebiliriz ki bu karine, kendini hiç bir şekilde savunmayan veya savunamayan sanık hakkında, kanuni bir savunma sistemidir. Bu resmi savunmanın unsurları, hadisenin hususiyetlerine göre, tek  tek bertaraf edilmek suretiyle mahkümiyet kararı verilebilir.
    "Masumluk karinesi" , 1789, insan ve vatandaş hakları beyannamesinin 9. maddesinde menşeini bulmuştur. Fert, hüküm giyinceye kadar masum sayılacaktır. Bu, insanlık tarihinin kaydettiği büyük adli hatalardan sonra bulunmuş bir kaidedir. Hürriyet rejimlerinde uygulanan bütün usul kanunları bu kaideye yer vermiştir.
    Bununla beraber, cemiyeti korumada usul hukukunun hukuki bir sistemden ibaret olduğu fikrinden hareket edilerek şu neticeye de varılmaktadır: Sanık, hükme kadar suçlu sayılmasın, demek ile, masum farzedilsin, demek aynı şey değildir.
    Masumluk karinesinin esasını şöylece izah mümkündür. Kamu davasının gayesi sanığın suçlu olduğunu isbat etmektir, onun aynı zamanda masum olduğunu isbat gayesi yoktur. Fakat bunun tabii neticesi şudur: Bir kimsenin beraat edebilmesi için masum olduğunun anlaşılması şart değildir, suçlu olduğunun anlaşılamamış olması kâfidir. Bu suretle ihtimali düşüncelerin vatandaş aleyhine netice vermesi önlenmiştir. Bu usul hukukunun ferde tanıdığı bir teminattır ve bu teminatı en iyi ifade eden "masumluk karinesi fikri" dir. İşte bu sebeptendir ki bazı memleketler anayasalarında (meselâ Italyan Anayasası 27) masumluk karinesi açıkça bildirilmiştir.
    Buna mukabil, bu kaidenin memleketimizde gerçeğe uygun anlaşılabildiğini sanmıyoruz. Esasen bir kamu dâvasının açılması "yeterli delil"e (CMUK. 148) bağlı tutulduğuna ve tatbikatın hakikaten kâfi delil mevcut olmadıkça dâva açmamak titizliğini göstermesi icap etmesine göre bir kimse hakkında bir dâvanın açılmasının onun aleyhine fiili bir karine yaratmamasına imkân da yoktur. Bu itibarla kaide daha ziyade yargıca hitap eder ve tamamile usul hukukuna ait bir kavramdır. Yine bu kaidenin bir manâ ifade edebilmesi itham ile savunmanın mutlak eşitliği ile mümkündür. Buna mukabil "mâsumluk karinesi" nin "adli tereddüt"e sebep olduğu da iddia edilmektedir.
D
    d) Basın, adliye ve masumluk karinesi : İdarenin hiç bir eylem ve işlemi mahkemelerin denetiminden hariç bırakılamayacağı gibi demokratik rejimlerde her çeşit kamu eylem ve işlemi "efkârı umumiye" nin dışında bırakılamaz. Bu mânada adli eylem ve işlemin dahi halkın bilgisine sunulması gerekir. "Neşir yasağı" usullerinin yetersizliği böylece izah olunmalıdır. Yasak, olmuş bir "hadise" yi halktan gizlemek şeklinde olursa izahsız kalır, fakat bir "hadise" nin maksatlı bir telkini sağlamak için taraf tutarak neşri zararlı olabilir, bu çeşit yayın ise esasen çeşitli şekillerde suç sayılmıştır.
    Buna mukabil "adliye haberleri" nin sanığı tutan veya yeren, kısacası taraf tutan şekilde verilmesinde isabet yoktur, sanığın hukuki durumu bir "ana kaide" ile tayin edilmiştir : Sanık, Mahkümiyet hükmü kesinleşinceye kadar masumdur. O halde adliye haberleri hükmün kesinleşmesine kadar "masumluk karinesi" nin gerektirdiği bir anlamda kalabilmelidir. Unutmamak lâzımdır ki Anayasa herşeyin üstünde "insan şahsiyeti" ni esas tutmuştur, bu kavram "basın hürriyeti" nin de üstündedir. Gerçek hürriyet "hakça hürriyet" dir. Bir başka hürriyete kıyan hürriyet düşünülemez. Suçun doğurduğu pek tabii "sosyal alârm" dan faydalanmağa kalkmak doğru değildir, "adliye haberleri" hadiseyi nakledebilir, fakat "halk efkarı"na "erken hüküm" telkin edemez.
    Bu arada "hâkim ile uğraşmak" eyilimi, kesin surette, hak dışıdır. Basın hürriyeti adına pek büyük sosyal bir değer "Hâkime saygı" feda edilemez.
    e) Basın ve adalet: Savunma hürriyeti ile basın hürriyeti çatışma halindedir. Basın, ceza dâvalarını, kendi eyilimlerine göre anlatan gazetelerden kuruldukça "savunma hürriyeti" nden bahsetmekte güçlük vardır. Bir gazete, bir ceza dâvasında haber vermemek hakkına sahiptir, fakat savunmayı tahrif etmek yetkisi olamaz. Savunmanın manâsı, muhtevası değiştirilerek aksettirilmesi, savunma hakkına taarruz sayılmalıdır.
    c) Masumluk karinesi ve uygulama: Bu karine kendisinden beklenen müşahhas neticeleri verebilecek şekilde uygulanmadıkça onun gerçek ve üstün anlamı ortaya konulamaz.
    ç) Masumluk karinesi ve tutuklama:  Anayasalarda "masumluk karinesi" kesin olarak ifade edilir, sanık, mahkümiyet hükmü verilinceye kadar "masum" sayılacaktır. Böyle olunca "tutuklama" müessesesini "masumluk karinesi" ile bağdaştırmak pek güçtür. Tevkif sebeplerinden evvel gelen "ana şart" sanığın suçu işlediğine dair "kuvvetli emare" arandığına göre "emare" nin Anayasadaki karineyi nasıl bertaraf edebileceği izah edilemez.  Aynı Anayasa metni içinde "masumluk karinesi" ve "tutuklama" imkânı kabul edilince bunun bir izahı olmak gerekir. Sanığın tâbi tutulacağı "tutukluk rejimi" hükümlülerin tabi olacağı muameleden tamamile ayrı olmalıdır. Fakat her halde tutukluluğun azami süresi kanunlarda gösterilmiş olmalıydı.
    f) Yasak kuruluşlar: Ceza Usulu Kanununun 1696 sayılı kanunla değiştirilmesi sırasında bu kanuna ek ikinci madde olarak ilâve edilen hükme göre "Kanun dışı vücuda getirilen veya kanuna aykırı faaliyetleri sebebiyle yargı mercilerince kapatılan" kuruluşlara ilişkin bazı faaliyetlerde bulunanlar "Aksi ispat edilmedikçe o kuruluşun üyesi sayılacaklar" dır. Bu Anayasamızın kabul ettiği masumluk karinesine tamamiyle ters düşen bir hükümdü ve Anayasaya aykırılığa bundan iyi örnek bulmak mümkün değildi. Anayasa Mahkemesince iptal edildi.